23 Haziran 2022 Perşembe

Akıl ve Aydın Kavramı Üzerine

 T.D.K sözlüğü

Aydın:
özel, isim (a'ydın)

aydın (II)
sıfat
1 . Işık alan, ışıklı, aydınlık:
2 . Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver:
3 . Kolayca anlaşılacak kadar açık, vazıh (söz veya yazı).


Tümleşik olarak birbirine bağlı ve fakat içerikte farklı tanım “AYDIN”!

T.D.K sözlüğünde “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver”

Münevver:
isim, eskimiş Arapça münevver

1 . Aydın kimse:
2 . sıfat Aydınlatılmış.

Aslında vurgusal manada anlam olarak da ön plana çıkan tanım “Aydın kimse”.

Her ne kadar ilk tanım da aydınlatılmış denilse de aydınlanmış, varoluşun bilinç ve gerekliliklerini özümseyerek diyalektik yöntemini kusursuzca uygulaya gelen, her şart ve zeminde adil olmak için çaba harcayıp adalet için mücadele eden kimse...

 

İnsanı insan kılan keyfiyet, kişiden kişiye değişen hatta fazlasıyla kutuplaşarak dünya görüşüne göre şekillenen düşünceler, bilgiler, öğretiler bütünüdür. Aklın(Düşünme, anlama ve kavrama gücü) her zaman için illaki olumluya çalışacak diye bir kurala tabi olmadığı için “Akıl” kendi hal ve gidişatıyla karşıt denge unsurlarını gözeterek her dönemdeki fikir ve kanaat önderlerini toplumların kazanç hanesine (+) olarak dahil etmiştir.

 

Kâinattaki denge anlayışı, her bir boşluğun doldurulmasından çok daha öte, derin bir anlam içerdiği için, bireyin üzerine yıkılan “münevver” insan olma modeli varoluşla başlayıp yok oluşa dek sürüp gidecek sancılı ve bir o kadar da sıkıntılı sürecin özünde oluşan dengeye göre gelişim göstermiştir. Gerçekliği ve onun çelişmelerini ve bu çelişmeleri aşmayı akıl yürütme ile aşma imkânına sahip olan insanoğlu, ne yazık ki çoğunlukla her defasında dramatik bir şekilde olumsuzluğa kayan tercihleriyle kendi özünün dinamiklerini etkisiz kılarak diyalektik sistemin uygulayıcısı olmaktan hızla uzaklaşarak özüne olabildiğince yabancılaşmayı tercih eder konuma gelmiştir.

 

Çağlar boyu ortaya konmuş olan değişik görüşleri, mevcudiyete tehdit olarak algılayan anlayışlar, dünyanın evrensel boyutuna vurulabilecek en büyük darbeyi her seferinde acımasızca indirmekten geri durmamışlardır.

 

 Değişim ve gelişime bağnazlık adına dur diyenlerin belli bir coğrafyaları yoktu elbet ancak her biri söz birliği etmişçesine, sistematik olarak ırk, din, dil, köken ayırımı yaparak, tüm dikkatlerini farklı olanı sindirmek ve onu yok etmek üzere odaklanıp varoluş felsefesini kendi anlayış ve kabullerine uygun şekilde düzenleyip kutsamış, farklının farklılığını ortadan kaldırarak, yaşamsal önem içeren tüm evreleri aşama aşama “ben” merkezcil bir tavırla tekleştirdiği ölçüde renksizleştirerek günümüzde akılla bağdaşmayan uygulamalarının en etkin ve güncel uygulayıcısı konumuna gelmişlerdir. Ama yine de tüm bu olumsuzluklara karşın insanoğlunun arayışının hiçbir şart ve koşulda engellenemeyeceğinin anlaşılması pek de uzun sürmemiştir.

Aklını kullanabilme yetisini elinde bulunduran her bir birey, kendi çapında fikir insanı olma yolunda başarı kazanmış sayılır. Verimli düşünce ve üretim, bireyin toplumsal açılımlarında bir kazanım olarak görünse de farklı olarak, bireyin kendi ayırt edici özelliklerinin tutum, davranış ve eğilimlerinin tarz ve üsluba dayalı gelişimi, mizacın yapısal anlamda nasıl bir işleve sahip olduğunun ortaya konması açısından önemli bir veri niteliği taşımaktadır.

 

Gece ve gündüz kadar kutupsal bir ayrışmayı bünyesinde barındıran insanoğlu, varlığının biçimsel ve bilinçsel seyrinde olaylar karşısındaki kendi kanaatini oluşturma aşamasında kontrollü ve kararlı olması düşülebilecek muhtemel yanılgıların en alt seviyede gerçekleşmesini sağlamıştır. Dönem ve şartların elverdiği ölçüler de yüzyıl öncesinde ortaya konulan bir görüş, bir bireyin düşün dünyasında yüzyıllık bir sıçrama yapması, çağın ötesine berisinden katkı sağlaması, görüp yaşayamayacağı bir zaman dilimine düşünle atlaması, zamanı güncel yaşayan bireylerin düşünüp ürettikçe genel anlamda eksikliğini hissettiği unsurların eksikliğini hissettirmeyecektir.


Alman ekonomist ve sosyolog Max Weber’e (21 Nisan 1864-14 Haziran 1920) göre Aydının tanımı:

“Yaşadığı dönemin koşullarını iyi analiz edebilen, düşünen, üreten, ürettiklerini paylaşan, çağı yakalamış ve hâtta aşmış, içinde yaşadığı topluma yabancılaşmadan ve her zaman toplumunun önünde olarak onun değişimine ve ilerlemesine katkı sağlayan insan tipi...”

Tanım kendi içersinde toplumsal yapıyı, özünde aşınmaya uğramamış olarak tanımlıyor. Aydının toplumla kurduğu bağın, sağlıklı ve kendini yenileyebilen, her daim güncel kalmayı başarabilen bir yapıya sahip olduğunu vurguluyor.

Aydın mevcut olan diyalektiğe bağlı kaldığı sürece aydın olmayı başarabiliyor.


Jean Paul Sartre ise:

“Çelişkisinin doğası, aydını, zamanımızın bütün çatışmalarında taraf olmaya zorlar; o, kendisinin de ezilenlerden olduğu bilinciyle, her çatışmada ezilenlerin safında kendini bulur.” diyor.


Bu durum, aydının ateşle dansına benzer ve bu sonuca ulaşan kişiye aydın demek “aydın” olarak tanımlanan kişilere büyük haksızlık olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder