Kadın
Yasak: Kadınlar, akrabaları olmayan erkeklerle yalnız kalamazlar.
Bu yasağı bir nebze yumuşatma çabası: Kadın, sütünü verdiği erkekle birlikte çalışabilir.
Sonuç olarak yumuşatma çabasına tepki yağınca; yasağın ilk hali olan “Kadınlar, akrabaları olmayan erkeklerle yalnız kalamazlar.” korunmuş.
Bir başka ülkenin başkanı olan kişi, kadın olan ilkokul öğretmeninin elini öptüğü için büyük tepki çekmişti. Anlaşılan o ki, tek sorun öğretmenin kadın olmasından kaynaklanıyordu.
Ne ilginçtir ki yasağı koyan da, biçare çözüm üretmeye çalışan da Ataerkildir!
Bu yasak Mısır’a, gösterilen tepki İrana özgü gibi görünse de aslında ATAERKİLİN yaşam tarzının en temel ve yaşamsal belirleyici, baskın unsur olarak konumlandırıldığı gerçeğidir. Her nedense erkeğin zevk alarak yaptığı her eylem, kadına olumsuzluk olarak yansımaktadır. Kişilerle bir sorunum olmadığını belirterek kişilerin ürettiği değerlerin muhasebesinin iyi yapılmasının gerektiği kanaatindeyim. Her görüş, sahibinin ortaya attığı görüşün, rasyonel paydada taşıdığı gerçekliğin, ivmesel hareketin yarattığı etkinin izdüşümündeki bakış açısının sağlamasının yapılabilmesi açısından önem taşıdığına inanırım. Değer üretme açısından, kadınların, toplumsal alan da adil bir değerlendirmeye tabi tutulduklarında, erkeklere oranla daha avantajlı bir konuma sahip oldukları gerçeğidir. Kadının kimyasında doğası gereği mevcut olmayan “hoyratlık” bir takım sentezlerin çok daha kolay ve basitçe hayata geçirebilmesini sağlamaya yöneltmektedir.
Örneğin; 28 yaşında bir Afgan kadın milletvekili olan Malalay Joya, ülkesindeki özel bir tv kanalının kendisiyle yaptığı röportajda, ”Ahır çok daha iyidir. Hiç değilse orada yük taşıyan bir eşek ve süt veren bir inek bulunur. Parlamento ahırdan daha kötü bir durumda” diyerek beyanat verdiğinden dolayı meclis üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle görevinden azledilmiştir. Bu kadın milletvekili erkeklerin çoğunlukta olduğu ve onların göremedikleri neyi görmüştü de böylesi bir veciz söyleme yönelmişti. Yani ana fikir neydi. Mensubu bulunduğu parlamentoyu niçin ahırla özdeşleştirmişti. Etkin bir şekilde çalışması gereken bir meclisin, gerektiği gibi çalışmıyor olmamasından, bir aymazlık içine düşüldüğünü, bir değer üretilmediği düşündüğü için. Ama Ataerkil her zamanki gibi kendisine yakışır şekilde atalarını utandırmayarak, aykırı bulduğu bu sesi kesip atıvermiştir. Oysaki susturulan her ses, ülkenin geleceğine atılmış büyük bir kazıktır aslında.
Ataerkilin kadınlar için ayaküstü uydurduğu pratik çözüm uygulamaları tabi ki bununla da sınırlı kalmıyor. Her ülkede özellikle oryantalist kültüre yatkın olanlar da;
Ülke için hayati önem taşıyan eğitimde çağ dışılığa yelken açılması ile eşdeğer anlam taşıyan ve Karma eğitim(erkek ve kız çocuklarının birlikte, bir arada okuması) için ilkel tabiri kullanabilme cüreti gösterebiliyor. Daha sonrasında da bununla da yetinmeyerek,
1-Kızlar karma eğitim yüzünden içine kapanıyor, erkeklerle yarışamıyor.
2- Yanına mini etekli bir kız oturan delikanlı da kaybediyor, ders dinleyemiyor.
3- Karma eğitim kızların sözlü ve fiziki taciz edilmesine zemin hazırlıyor.
Bu zihniyete işlerlik kazandırma gayretkeşliği resmi olarak ders kitabı yazdırmanın da ötesine geçiyor. Kadın, her ortam ve koşulda ilkel ötesi bir görüntü veren çağdışı, Ortaçağ Avrupa'sının kadını büyücü diyerek, yakıp yok ederek lanetle etiketlenmişler sınıfına zorla dahil edilmek isteniyor.
Kadın bu kuşatılmışlıklara cılız manifestolarla karşılık verip var olmaya çalışırken, ataerkilin acımasız hoyratlığının sevimsiz direnci daha da acımasızlaşıyor. Kadının her bir yeni açılıma kalkışması ataerkilin daha fazla müdahaleci olmasına ve kadını daha da sınırlandırılmasına neden oluyor.
Bu olgular hep niceleri tarafından eleştirilerek irdelemiş ve her defasında çözüm için gelinen noktada, Uygarlık anlayışının toplumlara göre farklılıklar gösterebileceğinden dem vurularak mevcut akılcı çözümler her daim göz ardı edilmiş ve bu doğrultudaki arayışlar bir de sosyolojik ivmenin mantıksal devinimiyle paralellik oluşturulamadığı gerekçesiyle de ıslak vadinin bireyleri için en büyük zulmün başlangıcı oluşturmuştur.
Toplumsal referanslar örf, adet, gelenek ve göreneklerin, din açısından da bid’at ve hurafelerin şekillendirdiği bir baskı aracına dönüştürülerek, baskı altında inletilen kadınlar, durum değerlendirmesi yapamadıkları gibi, böylesi bir zulme boyun eğdirilerek, bu sözde erkeğe egemen kılınmış dünyada hemcinsleriyle de yabancılaştırılmışlardır. Bu durum ne ülke coğrafyalarına ne yönetim biçimlerine ne de etnik kökenine göre değişiklik arz eder. Zihniyet fukaralığına düşüldüğü an işte tam bu andır. Anlayış, kadının bir köle olduğu anlayışıdır. Bu yadsınamaz gerçek ışığında, hayatı planlanmışlar grubuna girmek, tüm riskleri göze alarak başkaldırma cesaretini gösterebilenleri ise bekleyen nihai sonuç çoğunlukla hüsrandır. Toplumun pozitif dinamikleri ve de salt çoğunluğu oluşturan kadınların bu gerçeklik ortada iken, dünyanın tüm renklerine sahip o dokunuşlarındaki evrensel ahenge işlerlik kazandırmak için daha neyi bekledikleri hep merak konusu olagelmiştir. Durup düşünülmeyenleri düşünmek, yapılmayanları yapmak, bir çok olumsuzluğu olumluya çevirebilme dirayetine sahip olan bu salt çoğunluk, neden tek bir kareye sıkıştırılmaya, zorla sığdırılmaya reaksiyon göstermez ki? Elbette bu konuya ilişkin pek çok neden sıralanabilir. Ancak nedenin kaynağında hatta odağında yer alan evrenin en muhteşem varlığı vasfını taşıyan KADIN birazcık olsun silkinebilmeli ve bu silkinme ile bazılarını korkutabilmelidir. Zira bu güç onların benliklerinde fazlasıyla mevcuttur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder