23 Ağustos 2016 Salı

İNSAN 2


İnsan doğar ve doğduğu anda dünya tüm ağırlığıyla çöker üstüne, acımasızlık vardır elbet ama insan masumiyet diyarının elçisidir, gelmiştir pişmeye. Tüm değerleri vicdani, insani, olağan uygulanabilir olmasa da başlarda, sevgi dolu yüreğiyle ona ışık olup fedakarca yol gösterecek ebeveynler ve türevleri el birliğiyle onu, dünyaya karşı dünyayla birlikte var olmayı özgüleyerek yatkınlık kazandıracaklardır.

O masumiyet temsilcisi, kendisine kazandırılarak sahip olduğu değerlerin ne kadarını özümseye bildiğini yeri ve zamanı geldiğinde yapacağı tercihler, vereceği kararlar doğrultusunda muhtemel sonuçlar sonrasında gerçekleşen gerçeklikle yüzleşerek anlayabilecektir.

Bu kendisine has olan pek çok insanla paralellik gösteren temel ahlaki düstur, adabı muaşeret dışındaki değerler bütününün yansıması kişilik, karakter, öz güven, muhakeme gücü ve irade yansıması; tümsel varım ve dönüm sonrası olumlu ve olumsuz dönüşümler, yılgınlık ve bıkkınlıklar, hayal kırıklıkları, toplumsal baskı, birey dayatmaları çevresel olumsuzluklar, ailesel çözümsüzlükler gibi.


Bu ve benzeri etkileşimler sonrasında masumiyet diyarının temsilcisi sizce neye, kime, nasıl bir öz evrilmesiyle hayata ve çevresine karşı kendince bir pozisyon belirleyecektir?

TİTREŞİM


"Bulanık bir toz bulutu, gözün gözü görmediği belli belirsiz siluetler, adım adım ilerleyen, yeri göğü titreten,
toynaklarından ateş saçarak ilerleyen kısraklar,
Nehir yatağı gibi bulanık bir gök kubbe altında, yetim ve öksüz yavrusunu ayaklarında sallayan ve ona en güzel ninnilerine peşi sıra mırıldanan bir nene..."

Tarihinde tanık olup olmadığı, doğruluğundan şüpheli, biz insanlığın pek bilemediği, hatta hiç bilemeyeceği öykülerin hamaset, belagat tekniğine göre kitleleri duygusallığa sevk edip yeri ve zamanı geldiğinde galeyana getirerek, planlanmış bir takım politik tercihlerin hayata geçirilmesine vesile kılınmış olma gerçeğinin bugüne yansıyan akıl tutulması gerçekleri ve sonrasında gelen duygusallığa yenik düşmüş/düşürülmüş bireyler ve toplumlar. Toplumsal sosyolojide iletişimin akılcılığı ve akılcılığın zorunlu kıldığı şüpheciliği ve var olan olguyu karşı sorgulamayı işlevsiz bıraktığında vücut bulan zulümler. Yakın tarihimizde din, mezhep ve temel ideoloji gibi oluşumlar baz alındığında pek çok katliamlar ve kayıplar yaşanmıştır. 

Oysaki hayat, insanın varlığı ve üretimiyle anlam ve değer kazanır. Bireyin topluma uyumu kendi tercihi doğrultusunda gerçekleşmelidir. Sağlıklı olanda budur. Kimi zaman asosyal bir tavırla izole olma, bazen toplumun geneline dayalı umarsız ve duyarsızlık, bireysel düzeyde yaşam, bazen de parti düzeyinde proaktif politik katkı sağlama düzeyinde. Her ne şekilde olursa olsun ne diyaneten ne siyaseten herhangi bir bireyin başka bir bireye bu konularda baskı kurması, zor kullanması devrim kanunları ve laiklik ilkesinin varlığıyla engellenmiştir. 

Bireysel, toplumsal ve bütüncül siyasetle vücut bulan politik yaşam kendi içerisinde uyumlu şekilde yürümedikçe yaşana gelecek olumsuzluktan doğan, "insan ve doğa temelli" kayıpların önü alınamayacaktır. Bunun engellenebilmesi öncelikle devletin eğitimin yanında, sosyal politikaları işlevsel ve çok yönlü ele alarak mevcudu kapsayacak şekilde genelleştirerek mümkün kılmasıdır. Bunun yanında asıl belirleyici bileşen ise, bireyin toplumsal sosyolojide iletişimin akılcılığı ve akılcılığın zorunlu kıldığı şüpheciliği ve var olan olguyu karşı sorgulamayı etkin ve özgürce uygulayabiliyor olmasıdır.