O
acıları bilmeden büyüdük biz, kocaman bir ihanetin ortasında. Sırlara kadem
bastırılan acıları bilip algılayamadan. Sanki yokmuş hiç olmamış gibi. Kurgusu tiksindirici
niteliği ise zulüm olan gözü dönmüş kudurmuş köpek misali amok koşucusu kısa
bir süre önce diyordu ki ‘aynı durum şimdi olsa elim titremeden yine aynı
kararı veririm.’ Acı karanlığa bürünerek gölgelerin zevkani böğürtüleriyle
birlikte yankılanırken pek çoğumuz hiçbir şey olmuyormuşçasına yaşıyorduk bu
topraklar üzerinde otuz üç yıl önce.
Acı
akacak yer arıyordu o ürkünç dehlizlerde ve solarak cansızlaşan bedenlerden son
raddede ölüm olarak akıp gidiyordu tüm tarifsizliğiyle. Bu acı hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği
türden bir acıydı. Bakış açısına göre değil acının düştüğü yere göre değişip
derinleşen. İsimler var yürüyen merdivende ardı ardına sıralanmışlar.
Yürüyün diyor amok koşucuları, ‘kaderinizi belirledik sizin! Ölüm sizin payınıza
düşen’!!!. Ölüm soğuk bir rüzgar, hissedilemeyen ve dokunulamayan. Birkaç damla
gözyaşı belki de.
İsimler peşi sıra;
Nejdet
Adalı... Sedat Soyergin... Erdal Eren... Veysel Güney... Ahmet Saner... Kadir
Tandoğan... Mustafa Özenç... Ethem Coşkun... Necati Vardar... Seyit Konuk... Ali
Aktaş... Ömer Yazgan... Erdoğan Yazgan... Mehmet Kambur... Ramazan Yukarıgöz...
İlyas Has... Hıdır Aslan... yitip gittiler.
Herhangi
bir isim gibi. Çok sıradan. Okuyup geçmek ne kadar kolay bir şey değil mi
bizler için?
Ama
değil işte!!! kazın ayağı öğle değil başka türlü. Adice bir tezgahın rezilce
bir anlayışın yaşamdan mahrum bıraktığı talihsiz kişiler, bu toprağın
çocuklarından sadece bir kaçı yukarıda isimleri geçenler. Anaları, babaları ve
sevgilileri vardı onların. Koklayamadan, doyamadan hoyratça koparılarak yok
kılındılar bu dünyadan.
Yaşamak
ne güzel bir şey değil mi bizler için?
Sakin ve de huzur içinde!!!
Sakin ve de huzur içinde!!!
Değil
işte, yaşamak günü kurtarmak değil işte!!! Kurtarılamayan günlerin üstüne
eceliyle ölmemişlerin vebali ve gölgesi düşmüştür bu ülkenin üstünde. Bu vebal
bize yetecektir akıbetimizin geleceği nokta açısından!!!
Acılarla
yüzleşmek adına söylenecekler asla yeterli değil bugün için ama gerçeklerin
yükü o kadar ağır ki o resim tuvaline dokunan fırçayı tutan el bir insana ait
olamaz. Ona insan diyen dile ve O dile sahip olana da insan denemez!!!
Yaşı yirmi bile olmayan birini heyet önünde ağzından burnundan kan gelesiye dövdüler. Bu gelişme yaşanırken heyetteki yargıçların yüzlerinde ilkelce bir tebessüm vardı. Dövülen ve ardından yaşı tutmadığı için yaşı büyütülerek dört celsede asılmasına karar verilen kişi Erdal Erendir. Bu ülkede yetmiş milyon insanın kaçı bu isme ve diğerlerine aşinadır acaba?
Bu
utanç duyulacak bir olaydan çok öte bir durumdur. Bu acı ancak cellat
kıvamındaki katillerinden hesap sorulduğunda bitebilir. Ve mutlaka Erdal Eren
ve diğerlerinin cellat kıvamındaki katillerinden bir gün mutlaka hesap
sorulacaktır. Bu vatanı kurtarmak adına atılmış bir adımdır safsatasının ardına
sığınan güruha karşı onlar idam sehpalarında titremediler. Zalimin zulmü karşısında
boyunlarını eğmediler.
Dedi
ki: Bırak!!!
“Cellat
boynuna ipi geçirmek için uğraşıyordu. ‘Bırak’ dedi, ‘Ben yaparım. Bir yerimi
sakatlayacaksın yoksa’. Aldı yağlı urganı, kendi boynuna geçirdi. Sonra... 21
dakika sallandı o ipin ucunda.
Evet
tam otuz üç yıl önce yaşanmış zulümün kapanması mümkün olmayanve her daim kanayan
yarasıdır bu vebal!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder